Cevap :
Cevap:
Bir Ömer Seyfettin hikayesi: Tarih Ezeli Bir Tekerrürdür
Bir Ömer Seyfettin eseri okurken kendinizi, kelime ve kalıpların akışına bırakırsanız; dans eder gibi ilerlediğinizi hissedeceksiniz. Öyle ki pek çoğunu bilemediğimiz bu ahenkli izâhat tarzının büyüsü, yüksekçe bir koltukta oturan birinin hikâye anlatması gibi. Yani; bilen o olacak, kelimeleri seçen o olacak ve dinleyen de biz… İdris Kartal yazdı.
Kitap
Bir Ömer Seyfettin hikayesi: Tarih Ezeli Bir Tekerrürdür
Ömer Seyfettin bu coğrafyanın yetiştirdiği en önemli hikâyecilerden biridir. “Tarih Ezeli Bir Tekerrürdür” kitabı, adını; Ömer Seyfettin’in 1911’de yayımlanmış hikâyesinden alır. Kitapta, 24 adet hikâye ve 2 adet destan çevirisi var. Kitabı hazırlayan isim olan; Nazım Hikmet Polat, tüm hikâyelerin kısa kısa da olsa incelemesini, kitabın hemen başında yapmış ve haklarında ufak tefek bilgi kırıntıları paylaşmıştır. Anlatım itibariyle ağır fakat yorucu olmayan bir dil, söz konusudur.
Günümüzde kullanılmayan pek çok kelime ve kalıp, bu kitapta fazlasıyla kullanılmış ve şiirsel anlatıma destek olmuştur. Bu dil, eserin verildiği dönemde; “salt edebiyat sahasında yahut edebi toplantılara iştirak eden kimselerce mi kullanılıyordu yoksa ortalama bir vatandaşın, herhangi bir konuda herhangi bir diyeceği varsa o da böyle kelime ve kalıpları mı tercih ediyordu”, hususu son derece ilgi çekici bir konu olsa gerek. Fakat kitabın günümüz baskısında, okuyucunun gerek kelimeleri gerekse de kalıpları anlamada zorlanacağı tahmin edilmiş olacak ki ilgili kelimenin yahut kalıbın peşi sıra köşeli parantez kullanılmak suretiyle günümüz Türkçe karşılıkları verilmiştir. Bu yolla kitap, insicamı bozulmadan rahatlıkla okunabiliyor ve hatta kelimelere ve kalıplara karşı ilk yabancılık giderildikten sonra cümlenin anlatmak istediğini, parantez içlerine bakmadan da çözmek mümkün hâle geliyor.Ömer Seyfettin; Fin destanı olan Kalavela’dan ve Eski Yunan destanı İlyada’dan çeşitli parçaların çevirisini de yapmıştır. Yazarın, tarihe gösterdiği ilgi; “Tarih Ezeli Bir Tekerrürdür” hikâyesinde de ortaya çıkıyor. Yazar, hikâyesine tarihçi bir arkadaşına yazdığı mektupla başlıyor ve aynı mektubun sonu, hikâyenin de sonu oluyor. Anlatıcı, aynı zamanda hikâyenin başkahramanı fakat adı yok. Ömer Seyfettin, eserinin başkişisine isim vermeyi gerekli görmemiş. Mutlu başlayan bir evliliğin, garip bir koca vasıtasıyla nasıl dünyanın en rezil, en alçak ve en utanç verici şekilde son bulduğunu ve üstelik bunun tıpkısının, aynısının yaşandığı; Herodot’tan naklen Lidya krallığını ele geçiren Ggyes’i anlatan bir vaka ile desteklendiğini, söz konusu mektubun içinde başka bir mektupta okuyoruz. Batı medeniyetini ve değerlerini gerek maddi anlamda gerekse de manevi anlamda; toplumsal hayatın kurallarını hiçe sayarak uygulama mecburiyetiyle içi yanan bir adamın, yaşadığı ve içinde olduğu kültürün, herhangi bir zerresinden nasibini almadan nasıl bir hayat sürdüğü ve üstelik hatalarının tek bir anından ve zerresinden ders almak bir yana; yine aynı derecede mahcubiyet duymaya dahi yanaşmadığını görüyoruz. Buna mukâbil; kocasında tek parçası yer almayan iffeti ve yetiştirilme tarzı bakımından, kendi kültürüne yabancılaşmamış bir kadının sabırla ancak soğukkanlılığını koruyarak verdiği kararlarla çizdiği kadın portresini takip ediyoruz. Ömer Seyfettin’in çizdiği bu karakter, şüphesiz; hatalar yapmaya ve o hataları görmemeye ve hatta kendi kendini haklı çıkaracak batılı görüşlere sığınmaya devam edecektir.
ERKEK MEKTUBU
Hikâyenin başlangıcı; “Tarih Ezeli Bir Tekerrürdür” hikâyesi gibi mektupla başlıyor. İki arkadaştan, biraz da emr-i vâki ile evlendirilmiş olanın, diğerine yazdığı mektupta yazılanlardan öğreniyoruz ki gerek sınıfsal açıdan gerekse de eğitim ve kültürel açıdan, farklılıkların boyunun uzun olması mutlu; evliliklerin önünde engel teşkil ediyor. Üstelik evleneceği kişide olması gereken şartları belirlemiş de olsa; o şartların mutluluğa giden yolu açmadığı, bu hikâyede resmedilmiştir. Hikâyede yer alan enteresan bir nokta, evliliklerinin gidişatından ötürü sağlığı bozulan karısının bir okuma çılgınlığı icat ederek elindeki Pierre Loti’ye ait, Türkçeye “Bezgin Kadınlar” olarak tercüme edilmiş, Désenchatées adlı kitabın anlattıklarından olacak ki müellife ettiği bu topraklarda, pek de duymaya alışık olmadığımız hakaretlere yer vermesidir. Adı; caddeye, kahvehaneye (günümüzde tepe) verilmiş, Türk dostu olarak tanınan Pierre Loti’ye edilen, mütecâviz sözlerin nedeni; eserinde Osmanlı kadınının kimi haklardan mahrumiyetine ve dolayısıyla yaşam kalitesinin düşüklüğüne bulunduğu atıflara binaen; karısının kendisini; düşmanı ve tüm kötülüklerin sebebi imiş gibi görmesine yol açmasıdır.
ÇİRKİN BİR HAKİKAT
Pansiyonda kalan bir öğrencinin, satırlarını okuduğumuz; “Çirkin Bir Hakikât” isimli hikâyede, bir ahlâk sorgulaması var. Hikâyede tam manasıyla kim kimdir ve neden oradadır gibi soruların cevaplarını bulmak mümkün olmuyor; fakat ortada anlatıcının, ahlâka mugâyir bulduğu bir durum var ve bundan ötürü nefret hisleriyle dolu olduğu aşikâr. Kendisine ağır gelen; bir kadının ahlak yoksunu davranışının, kendisine ait olduğunu düşündüğü ve kendi özeli kabul ettiği, pür-i pak alanda gerçekleşmiş olması belki de. Ayrıca ortada, kadının anlatıcıya göre kabul edilemez hareketleri; utanma duygusundan yoksun biçimde ve sanki normal bir şeymiş gibi anlatması, anlatıcıyı ve belki de Ömer Seyfettin’i nefretlerden nefretlere atıyor.
İki kişinin konuşmaları şeklinde geçen ve bir üçüncü kişiyi dâhil etmeyen bir hikâye. Ömer Seyfettin -muhakkaktır ki çocuklara yönelik yazdığı eserlerde bahsetmesi beklenemez- fazlasıyla, cinsel ve hatta uygunsuz öğeler ve imgeler taşıyan ve bunları dönemin Osmanlısında 1909'larda, 1910'larda yayımlatan bir yazar. (Çıkarabiliriz?) Bu kısım, Osmanlı dönemi neşir hayatında bir serbestiyetin, bir özgürlüğün var olduğu sonucunu okumaya yardımcı oluyor. Eserde, sadizm-mazoşizm gibi kavramlar havada uçuşurken tarihsel yanıyla erkek kadın ilişkileri temelinde tek yanlı bilgiler de veriliyor. Sadizmin mânâsını bilmediğinden mütevellit cahil, Genç Türkler sınıfına sokulan adam; karşısındaki kadının feminist duygulara en son sahip olması gereken kimseler gurubunda olmasını beklerken, belki doğru belki yanlış verdiği edebi ve tarihi bilgilerle, icra ettiği en ilkel zevkleri paraya çevirdiği mesleğinin haberinde değilmiş gibi üstünlük taslayıp belki aynı derecede düşük olan, muhatabını yermesi ve onu sanki kendisinden alçaktaymış gibi görmesi hayretler uyandırıcı. Bûsenin, Şekl-i İptidaisi edebiyat, felsefe ve biraz da tarih içeriyor
BEŞERİYET VE KÖPEK
Vapurda eski anıları canlanan fakat anlattıkları yeni olan bir adam, yanından hiç ayırmadığı köpeğiyle gördüğü ecnebi bir kadına; kendini tutamayarak; “Neden, bir köpeği bu kadar önemsiyorsunuz?” minvalindeki sorusuyla konuyu başlatıyor. Kadının verdiği cevaplar, tüm benliği ve tüm kültürel altyapısına uygun bir biçimde; doğu/batı kültürü kıyasının, tek taraflı olarak; doğu kültürünü çöpe atacak derecede aşağılayıp, batı kültürünü derecelerin en yükseğinde tutmasıyla sürüp gidiyor. Adamın -o da lûtfen- İspanyolları örnek gösterip yaptığı cılız itiraz, ecnebi kadın tarafından kabul ediliyor ve o anda İspanyolları küçültücü bir onama ile yeriyor. Fakat yazar bu itirazın olumlu değerlendirilişini neye bağladığını açıklamıyor. Acaba Endülüs'ün yok edilmesiyle alakalı soykırıma bir atıf mı söz konusu? Kadın, köpeği ve köpek milletini ulularken tüm insanlığın; gerek maddi gerekse de mânevi medeniyetin köpekler sayesinde kurtulup kurulduğunu, en iddialı ve en inandırıcı tavrıyla söylüyor. Bu kadar söz, iddia ve köpeklere karşı muhabbet karşısında adam şaşırıyor ve bir daha kadını görmemek üzere yolculuğunun bitmesini bekliyor.
Bu arada, hikâyede adı geçen ve şimdi Yunanistan'da bulunan Aynoroz yarımadasına, ilişkin ilginç bilgileri de vermek yerinde olacaktır. Aynoroz yarımadası, bin yıldır Ortodoks rahiplerce yönetiliyor. Athos dağındaki, manastıra kadınların girmesi kesinlikle ve kesinlikle yasak. Bunun Hristiyan inancına dayalı, çeşitli rivayetlerle bezenmiş sebepleri var. Ayrıca kadınların, yarımadanın sahiline dahi yaklaşmaları da yasak. Ömer Seyfettin gibi çokça feminizmi işleyen ve bilgili kadın portreleri çizen bir yazarın; bir hikâyesinde böylesi özel bir yerin salt adıyla da olsa geçiyor olması, tesadüf değildir herhalde. Beşeriyet ve Köpek hikâyesi bu açıdan da ele alınabilir.
Aristoteles, M. Ö. 384 yılında doğan Yunan asıllı bir filozoftur. Ayrıca, şimdiye kadar yaşamış en etkili insandır. Öğretileri ve teorileri din, konum, cinsiyet, sınıf veya ırktan bağımsız olarak küresel ölçekte önemli kabul edilir. En ünlü öğrencisi Büyük İskender'in fetihleri yoluyla Afrika, Asya ve Orta Doğu'ya göç etmiştir. Her kıtada büyük saygı ve popülariteye sahip olan Aristoteles’e “ilk öğretmen' olarak atıfta bulunurlar. Kendisi Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam'da saygı gören çok az tarihi şahsiyetten biridir.