başlar ve biter mi? - I talıklı olmasa, doktorlar fazla yorulmamasını salık vermemiş olsalar dünyada kahveci olmazdı. Ters Kahvecinin kendisi sevimsiz bir adamdır. Kahveciden çok, ters bir devlet memuru hüviyeti taşır. He kahvesinin üç beş gediklisi... Bundan güzel bir ömür mü olur, elli altmış senelik yaşama bundan gure ben bütün ömrümce iyi bir kahve bulamadığım için kahveci olamamışımdır. Bir kir kahvesi, bir Deniz, Bozburun'a doğru başını almış gidiyor. Uzaklarda görünen, Istanbul'un neresi kim bilir? Sess neden gelmiyor? olmalı ki hep ya üstümden ya solumdan geçip gidiyorlar. Kedi sustu. Köpeğim gözünü kapadi. Karena sesleri geliyor şimdi de. Vaktiyle bu adaya bu zamanda kuşlar uğrardı. Civil civil öterlerdi. Küme küm. Bir başka uçağın sesi gelmeye başladı. Bizim Ada, uçakların üstünden geçtikleri bir yol güzerga bir ağaçtan ötekine konarlardı. İki senedir gelmiyorlar. Belki geliyorlar da ben farkına varmiyorum. Sonbahara doğru birtakım insanların çoluk çocuk ellerinde bir kafes, Ada'nın tek tepesine doğru ge tiklerini görürdüm. İçim ciz ederdi. Büyüklerin ellerinde birbirine yapışmış pislik renginde acayip çomaklar vardı. Bunlarla bir yeşil meydanın kenarına varır, bunları bir ufacık ağacın altına çığırtkan kafesiyle bırakır. lar, ağacın her dalına ökseleri bağlarlardı. Hür kuşlar, kafesteki çığırtkan kuşun feryadına, dostluk, arka daşlık, yalnızlık sesine doğru bir küme gelirler. Çayırlıkta bir başka ağacın gölgesinde birikmiş çoluk çocuklu kocaman herifler bir müddet bekleşirler. Sonra kuşların üşüştüğü ağaca doğru yavaş yavas, yürürlerdi. Hele bir tanesi vardı, bir tanesi. Çocukları bu işe seferber eden de oydu. Okseleri cumartesi gece sinden hazırlayan da... Konstantin isminde bir herifti, Galata'da bir yazıhanesi vardı. Zahire tüccarya Kalın, tüylü bilekleri, geniş göğsü, delikleri kapanıp açılan üstü kara kara benekli bir burnu, deriyi yıtm da fırlamış gibi saçları, kısa kısa bir yürümesi, kalın kalın bir gülmesi... Hani sessiz, zenginliğini belli etmez, mütevazı adamdı da... Konu komşusu da severdi hani. Hiçbr şeye, hiçbir dedikoduya karışmazdı. Sabahleyin işine kısa kısa adımlarla koşarken, akşam filesini do. durmuş vapurdan çıkarken görseniz iriliğine, sallapatiliğine, Karamanlı ağzı konuşuşuna, basit ama he saplı fikirlerine; basit, sevimli şakalarına karşı hakkında kötü bir hüküm de veremezdiniz. Kendi halinde işi yolunda, hesaplı yaşayan bin bir tanesinden bir tanesiydi. Ama güz mevsiminde birdenbire böyle canavar kesilirdi. Akşam beş otuz beş vapurunun arka ta- rafında yerleştiği iskemlesinde denizin üstüne oldukça mülayim bakan gözlerini havaya kaldırır, eyü sonlarına doğru böyle şairane gökyüzüne bakardı. Birden yüzünün ve gözlerinin parladığını görürdünüz Havada ve denizdeki tirşe maviliğin üstünde birtakım esmer damlacıklar görünürdü. Sağa sola oy- narlar, sonra bir istikamet tutturur, bu esmer lekecikler geçip giderlerdi. Konstantin Efendi, onların çok uzaktan geçtiklerini görebilirdi. Gözlerini kısardi. Esmer lekelerin Ada- lar istikametinde gittiklerini görür, etrafına bakar, bir tanıdık görecek olursa gözünü kırpar, gökyüzüne bir işaret çakar: - Bizim pilavlıklar geldi, derdi. Seneler var ki kuşlar gelmiyor. Daha doğrusu ben göremiyorum. Güzün o güzel günlerini pence remden görür görmez Konstantin Efendi'nin bulunabileceği sırtları hesaplayarak yollara çıkıyorum. Br kuş cıvıltısı duysam kanım donuyor, yüreğim atmiyor. Hâlbuki sonbahar kocayemişleri , beyaz esme bulutları, yakmayan güneşi, durgun maviliği, bol yeşiliyle kuşlarla beraber olunca insana sulh, şir , sal edebiyat , resim, musiki , mesut insanlarla dolu anlaşmış. (...), açsız, hirssız bir dünya düşündürüyor. Hier memlekette kıra çıkan her insan kuş sesleriyle böyle şeyler düşünecektir. Konstantin Efendi mani oluyor. Zaten kuşlar da pek gelmiyorlar artık. Belki birkaç seneye kadar nesilleri de tükenecek. Her memlekette kaç tane Konstantin Efendi var kim bilir. (...) Sait Faik ABASIYANIK, Son Kuşla (Kısaltılmıştır.) 142