Aşağıdaki metinde geçen isim-fiillerin altını çiziniz. Bunların hangi işlevlerde kullanıldığını belirleyiniz.
Arabacı, atları düzene sokup, bavulu, torbayı, kılıcı ararken postacı, öfkeyle vızıldayan ağlamaklı bir sesle, ona boyuna sövüp sayıyordu. (...) Yüz adım kadar yetti, (...) sonra yerine sıçradı. Korkusu geçtikten sonra öğrenci, neşelendi, içinden gülmek geliyordu. Hayatında ilk defa, gece bir posta arabasında yolculuk ediyordu. Geçirdiği sarsılmalar, postacının yere düşüşü, sırtındaki ağrı, kendisine pek meraklı maceralar gibi geldi.
(...)
– Yabancı taşımak yasak! Böyle olunca ne diye biniyorlar sanki, bana vız gelir. Yalnız böyle şeyleri ne severim, ne isterim.
– Mademki hoşunuza gitmiyor, neye daha önce söylemediniz?
Postacı gene öfkeyle, pek dostça olmayan bir bakışla bakmaya devam etti. Biraz sonra troyka, istasyonun kenarında durunca üniversiteli teşekkür edip arabadan indi. Posta treni hâlâ gelmemişti.
Manevra yolunda uzun bir marşandiz treni duruyordu. Kömür vagonunda yüzleri çiğden ıslanmış makinistle yardımcısı, pis bir teneke çaydanlıktan çay içiyorlardı. Vagonlar, peron, sıralar, ıslaktı, soğuktu. Tren gelinceye kadar üniversiteli, büfe önünde durup çayını içti. Postacı ise ellerini yenlerine sokmuştu, yüzünde hâlâ öfke okunuyor, peronda başını eğmiş, yalnız başına bir aşağı bir yukarı gidip geliyordu. Kime kızıyordu? İnsanlara mı? Yoksullara mı? Sonbahar gecelerine mi?